top of page

Yaşama Anlam Katma İhtiyacı

  • Smart Advice
  • Aug 24, 2016
  • 5 min read

Yer yer yazılarımızda psikoloji disiplini ile bağlantılar kuruyoruz. İster istemez deneyimlerimiz ve ilgi alanlarımızın etkisinde kalarak bu bağlamda yorumlar yapıyoruz. Sadece yorum yapmakla kalmayıp bilimsellik ve gerçeklikle tutarlı bağlantılar kurmaya çalışıyoruz Disiplinler arası pratiklerin önemine inanıyoruz ve bu yüzden finans ile psikoloji arasındaki ilişkiye dikkat çekiyoruz. Davranışsal Finans'dan farklı olarak S. Freud'un "Kişilik Kuramını" ön plana koyuyoruz.

Tam bu noktada bu sefer Varoluşcu Psikiyatri ile yeni bir bakış açısı edinmeye çalışıyoruz. Bu yazımızda tamamen Engin Gençtan'ın (1990) kitabından alıntılar yapıyoruz.

Yaşama Anlam Katma İhtiyacı

Finans ile ne ilgisi olabilir ya da Finansal Danışman'ın başka işi yok mu diye sorulara maruz kalacağımızı pek sanmıyoruz. Çünkü finansal yaşam da yaşamın bir parçası. Bu sefer de bütünsel bir yaklaşımla yola çıkalım istiyoruz.

İnsan, dünyadaki her şeyin olduğundan başka bir şey de olabileceğini fark ettiğinde, dünyanın kendisine anlam sunabilmesinin ya da yol gösterebilmesinin mümkün olmadığını anlamaya başlıyor. O zamanda yaşamına anlam katma ihtiyacında olan insan, anlamı olmayan bir dünyada nasıl anlam bulabileceği sorusuyla baş başa kalıyor. Çoğu insanın zaman zaman yaşadığı boşluk duygusundan farklı olan bu duruma Varoluş Bunalımı deniyor.

Geçmiş dönemin tarıma yönelik toplumlarının bireyleri, yaşamın anlamına ilişkin sorular sormazlardı. Yaşamın somut sorunlarıyla uğraşır ve geleneklerin kısıtlayıcı ama koruyucu normlarını yazgıları olarak benimserlerdi. Anlamsızlıkla yüzleşmek refah ve bunun getirdiği zaman fazlası ile oldukça ilintilidir. Zaman beraberinde getirdiği özgürlükten dolayı birçok insan için sorun yaratır.

Endüstrileşmiş toplumlarda çalışmak da yaşama anlam katma konusunda yeterli olmaz. Çünkü orada ne doğa ile ilişkiyi de içeren bir çabanın ne de kişisel yaratıcılığa yönelik zanaatın yeri vardır.

Frankl, anlamsızlık olgusunu iki ayrı evrede değerlendirmektedir: Varoluş vakumu ve varoluş nevrozu. Varoluş vakumu can sıkıntısı, durgunluk ve boşluk duygusu olarak yaşanır. Kişi yaptığı her şeyin amacını soruşturur ve özgür olduğu zamanlarda ne yapmak istediğini bilemez. Frankl'a göre sezgilerine yabancılaşmış ve geleneklerini yitirmiş olmak çağdaş insanın temel açmazıdır. Belirgin bir vakum oluştuğunda semptomlar bu boşluğu doldurmaya ve varoluş nevrozu belirlemeye (noogenic neurosis) başlar. Bu herhangi bir klinik nevroz görünümde ortaya çıkmaz. Alkolizm, depresyon, obsesyonelizm, cinsel davranışlarda enflasyon, sorumsuz ve yıkıcı davranışlar bunlar arasında sayılabilir.

Anlamsızlık ve boşluk duygularına genellikle eşlik eden bir başka duygu da yalnızlık ya da yalnız kalma korkusudur. İnsanın çocukluk dönemlerinde bir anne ve babaya ya da onların yerini alabilecek kişilere olan ihtiyacı yalnızca güvenliği ve bakımı için değil, benliğini algılayabilmesi ve kendisini yaşama hazırlayabilmesi için de gereklidir. Yalnız kalmamak için ilişkisizliklerin yaşandığı kalabalıklarda kendini afyonlayan insan doğal olarak kendine yabancılaşır ve günümüzde yaygın olan pazar ekonomisinin tutsağı olur. Beğenilmek, sevilmek ve önemsenmek için kendini pazarlamak durumundadır. Ancak bu pazarlama sırasında tuhaf bir olgu yaşanır. Kişi çevresinin beklentisi olarak gördüğü bir kimliği kendisine ısmarlarken farkına varmaksızın kendisinin kendine yönelik beklentilerini de gerçekleştirmeye çalışır. Bu beklentilerin içeriği önemli ölçüde kişinin çocukluk yaşantıları tarafından belirlenir. Çocukken istemeyerek de olsa anne ve babasından gelen talepler doğrultusunda geliştirdiği davranışlar ya da yalnızlığına karşı aile içinde yer edinebilmek için geliştirdiği yapmaca kimliğini, yetişkin yaşamdaki çevresi tarafından da kabul edilebilmesi için gerekli olduğuna inanarak sürdürür.

Çoğu kez sorun, canımızın sıkılması değil, canımızın sıkılmasına canımızın sıkılmasıdır. Yalnızlık, karamsarlık ya da bıkkınlık gibi duyguları yaşanması iyi olmayan durumlar olarak değerlendirdiğimizden, genellikle bu duyguların bir an önce üstesinden gelmeye çalışıyor ya da onları yadsıma eğiliminde oluyoruz. Halbuki depresyonun da keyfini çıkarabiliriz. Olumsuz olarak nitelendirme eğiliminde olduğumuz duygular da varoluşumuzun bir parçası. Eğer bazen nedenini bilemediğimiz bir depresif bir yaşantıya giriyorsak, bu, o zaman kesitinde organizmanın kendiliğinden yaptığı bir seçimdir. Belki de organizmanın bir ihtiyacı. Bastırma ya da işler yolunda gidiyormuşcasına davranmaya çalıştığımızda durum karmaşıklaşır hatta bazen psikosomatik tepkilere yol açabilir. Burada bahsedilen depresif bir bozukluk ya da varoluş sorumluluğundan kaçmak için üretilen üzüntü değildir. Çağdaş psikiyatri de mutsuzluğu uyumsuzluk belirtisi olarak yorumlama eğilimdedir. Bu anlayış mutsuz yaşantılara bir de mutsuz olmaktan ötürü mutsuz olmanın yükünü de ekler.

Baskıcı bir ortamda yetişmiş ya da çocukluk yıllarının duygusal ihtiyaçları karşılanmamış insanların süperegosu aşırı gelişmiştir. Çünkü egosunu gereğince geliştirebilecek bir ortamdan yoksun büyümüştür. Yoksun bırakılmış bir egonun diğer egolara ilişki kuracak gücü olmaz. Ego-ego ilişkisini zaten öğrenememiş olduğundan kendi süperegosu ile köle-sahip ilişkisi sürdürmek zorunda kalır. Süperegosunun katı yargılarını ve yüksek beklentilerini yerine getirmekle sürekli uğraştığından başka insanların ve onların gerçeklerinin pek farkında değildir. Böyle insanların diğerleriyle ilişkisi süperego-süperego ilişkisi biçiminde sürdürülür. İçinde yaşadığımız kültür her yönden abartılı süperegolar üretimi için elverişli bir ortamdır. Böyle bir ortamda insanlar süperegoları tarafından ısmarlanmış monologları dile getirirler. Birbirlerini anlamak yerine yarışırlar. Bazen tam tersi olarak başka bir süperegoya hayranlık geliştirirler. Bunun altında da bilinç dışı düşmanca eğilimler ve kendi süperegosunun narsistik beklentilerinin o kişideki yansıması yatar.

Süperego egoyu gözlemler, denetler, yargılar, suçlar ve bazen de onaylar. Yargılamak temel özelliğidir. İnsanları ve dünyayı seyreder, değerlendirmelerini yaparken genellikle eleştirir. Bastırılmış öfke ve düşmanlık bilinçli düzeyde başkalarına kolay kusur bulma biçiminde yaşanır. Hata yapmaktan ve eleştiriye uğramaktan korktuğu için egemenliği altında bulunduğa kişiye yaşamın akışına katılma izni vermez ve sürekli freni çekik dolaşmasına neden olur. Ucu açık süreçler yaşamaya tahammülü olmadığından olayları derhal yorumlayıp ucunu kapatma eğilimi gösterir. Yanılgısı kanıtlarla kendisine gösterilmeye çalışıldığında bile düşüncesini değiştirmez ve ulaştığı sonuçları ısrarla savunur. İnsanları ve olayları yaşanan süreçler olarak değil, bir an önce tanımlanıp paketlenerek rafa kaldırılması gereken şeyler olarak yaşar.

Çocuk, egosunu anne ve babasının egosunun desteğiyle yine kendi geliştirir ve güçlendirir. Kendine özgü dünyası olan bir varlık olarak kabul edilmeyen çocuk, ilerki yaşamında kendi gerçeğini algılamakla güçlük çeker ve dünya içindeki yerini gerçeğine göre değil süperegosunun doğrularına göre seçer.

Varoluş vakumunun oluşturduğu boşluk, bir süperego tarafından insanın kendi seçimi dışında dolabilmektedir. İnsan kendisinin olmayan bir yaşamı farkında olmadan sürdürebilir. Süperegoların doymak bilmeyen talepleri sonucu bazı insanlar toplum normlarına göre üstün sayılan biçimsel başarılar elde edebilirken bazıları da var olamamanın insanı uyuşturan ağırlığıyla başka bir seçeneği olduğunu fark edemeyecek derecede sürüklenip gitmektedirler. İnsanlar kendilerini var edemedikleri yaşantılarının ardından konuşma eğilimi gösterirler.

Varoluş vakumu çoğu zaman varoluşun zaman boyutunda yaşanan bir anksiyeteyi de içerir. "Olmak" yerine yapmaya yönelik bir yaşantıda geleceği güvence altına alma kaygısı açık ya da üstü kapalı olarak yaşanır. Geleceği güvence altına alma kaygısının etkisi altındaki insan içinde bulunduğu zamanı yaşayamadığını göremez. Aslında olayın temelinde şimdiki zamanı yaşamayı öğrenememiş olma gerçeği yatar. İçinde bulunulan zamanın yaşanamamasının yarattığı boşluk sonucu insan sürekli geleceği ısmarlamaya çalışarak yaşamını tüketir.

Tabiki geleceğe yönelik tasarılar geliştireceğiz. Bu tasarımları gerçekleştirmek için bazı hazırlıklar yapacağız ya da çaba göstereceğiz. Ama bunları yapmak içinde bulunduğumuz andaki gerçekliğimizi algılamamızı ve yaşamamızı engellememeli.

Bize öğretilenler doğrultusunda ve aceleyle doldurduğumuz boşluklarla bir gün yüzleşmek zorunda kaldığımızda, varoluş vakumunun anlamsızlığını yaşarız. Ya da bu vakuma üşüşen semptomların neden bizi tutsak aldığını anlayamamanın şaşkınlığını. Ve yaşam böylece sürer.

Bu anlamsızlığı anlamak ve vakumun boşalttığı yerleri semptomlarla değil de "Olmak" ile doldurmak için bir tedavi süreci gerekmektedir. Tedavi süreci içinde terapistin görevi, kişinin kendi süperegosuna olan tutsaklığından özgürleşmesinde ona yardımcı olmaktır. Bunu gerçekleştirmek kolay değildir ve sistemli bir çaba gerektirir.

Diğer yandan bütünün finansal parçasıyla ilgili sorunları çözmek de bu terapi süreciyle aynı özellikler taşır; ve uzman finansal danışmanların yardımıyla başarılı olunabilinir.

Commentaires


Öne Çıkanlar
En Son Yayınlananlar
Kategoriler
bottom of page